Meme kanseri ve kardivasküler hastalıklar Dünyada ölüm nedenlerinin başında gelen hastalıklar arasındadır. Dolayısıyla bu hastalık risklerini artıran ya da önlenmesine yardımcı olan faktörler konusunda çalışmalar yoğundur. Bu yazıda soya proteini tüketilmesinin bu hastalıklarda ne gibi rol oynadığı hakkında bilgiler bulunmaktadır.
Soya Tüketimi ve Meme Kanseri
Meme kanseri, Dünya çağında kadınlarda teşhis edilen en yaygın kanserlerden biridir ve kadınlarda akciğer kanserinden sonra ikinci önde gelen ölüm nedenidir. Meme kanseri, yumurtalık hormonları ve östrojen seviyeleri ile güçlü bir şekilde bağlantılıdır. Yüksek endojen östrojen seviyeleri ve hormon tedavisi gibi faktörler, meme kanseri riskinin artmasında rol oynamaktadır Gerçekten de, meme kanseri vakalarının 2 / 3’ü östrojen reseptörü (ER) pozitiftir.
Soya izoflavonları östrojene çok benzediğinden, birçok sağlık pratisyeni, soyanın bir östrojen molekülü gibi davranacağı korkusuyla kadınlarda, Soya Tüketiminin Meme Kanseri ve Kardivasküler Hastalıklara Etkismeme kanserli kadınlarda ve menopoz sonrası kadınlarda soya tüketimine karşı uyarıda bulunurlar. Ancak bazı uzmanlara göre ise bu yanlıştır. Çünkü soya izoflavonları memedeki reseptör bölgelerini bağlamak için endojen östrojen ile rekabet ederler. Böylece meme dokusunda östrojenle uyarılan büyümeyi ve proliferasyonu azaltacağından ve endojen östrojen konsantrasyonlarını azaltabilirler. Nitekim soya izoflavonlarının östrojen açısından zengin ortamlarda östrojen antagonisti ve düşük östrojen ortamlarında östrojen agonisti olarak görev yapabileceği gösterilmiştir. Soya izoflavonlarının biyo yararlanımının östrojen seviyeleri ile ters orantılı olabileceğine dair kanıtlar da vardır.
Epidemiyolojik çalışmalar soya izoflavonlarının meme kanseri riski üzerinde koruyucu bir etki yaptığını göstermiştir; tüketilen günlük 10 mg izoflavon başına % 16 risk azalması göstermektedir. Hollanda‘da yapılan bir çalışma, yüksek plazma genistein düzeylerinin meme kanseri riskinde % 32’ye varan azalma ile ilişkili olduğunu bulmuştur. Soya yemi alımını ve göğüs kanserinde hayatta kalmayı araştıran bir 2009 çalışması, soya yemi tüketiminin hem ölüm hem de meme kanseri nüksü riskinde belirgin bir azalma ile ilişkili olduğunu bulmuştur.
1997’de yapılan bir çalışma, genisteinin güçlü bir östrojen agonisti olduğunu ve in vitro olarak meme kanseri hücrelerinde hücre büyümesini inhibe edici etkiler sergilediği bulunmuştur. Daha yeni tarihli bir çalışmada, genisteinin topoizomeraz II aktivitesini inhibe etmek için çalıştığını ve böylece meme kanseri büyümesinin inhibisyonuyla sonuçlandığını bulmuştur. Genisteinin radyoprotektif etkilerini, toksik bir radyasyon dozu almadan 24 saat önce dişi farelere izoflavon enjekte ederek araştırdılar ve genistein ile tedavi edilen farelerin, tedavi edilmeyen farelere göre daha az DNA hasarına yanıt veren ve hücre döngüsü kontrol noktası genleri ifade ettiğinibulunmuştur. Magee vd. kumestrol, glisitin, daidzein ve metabolitler equol ve O-desmethylangolensin’in MDA-MB-231 hücreleri üzerindeki etkisini araştırdılar ve her birinin istilayı en düşük dozda yaklaşık % 30 oranında engellediğini, genistein ve kumestrolün ise en güçlü inhibitör olduğunu buldu. en yüksek dozda istila üzerindeki etkiler.
Soya Tüketiminin Meme Kanseri ve Kardivasküler Hastalıklara EtkisShike ve ark. meme kanseri olan kadınlarda soya izoflavonlarının takviye edilmesi, soya tüketiminin meme kanseri tümörlerinde, özellikle FANCC ve UGT2A1’de, her ikisi de meme kanseri tümörlerinin gelişiminde rol oynayan gen ekspresyonunu değiştirdiğini bulmuştur. Meme kanseri hastalarında kötü prognozun bir belirteci olan yukarı regüle edilmiş FGFR2 ekspresyonuna sahip bir tümör alt kümesi vardı ve genel soya alımı, plasebo grubuna kıyasla hücre proliferasyonunu ve apoptoz indekslerini önemli ölçüde değiştirmedi. Bu başlangıçta cesaret kırıcı gibi görünse de, makale bu küçük yukarı düzenlemenin klinik sonuçlarının henüz belirlenmediğine işaret etmektedir.
Özellikle menopoz sonrası kadınlarda soya takviyesi ile ilgili diğer bir yaygın endişe, kanda düşük lenfosit seviyelerine sahip olma durumu olan lenfositopeniye neden olmasıdır. Bu endişelerden bazıları, 2001 yılında yayınlanan, postmenopozal kadınların 3 yıl boyunca 600 mg, sentetik bir izoflavon olan ipriflavon takviyesi yaptığı çok merkezli bir çalışmadan kaynaklanmaktadır. 234 kadın dışında, % 13.2 subklinik lenfositopeniye (<0.5 x 10 geliştirilen 3 / aa 3 ). Başka bir 2 yıllık çalışma katılımcılarının% 3’ünün de anormal lenfosit sayıları geliştirdiğini bulmuştur. Ben-Hurt ve ark. menopoz sonrası kadınların da daha yüksek monosit seviyelerine sahip olduğunu tespit etmişler bu da menopozun hematolojik parametreleri kesin olarak değiştirdiğini gösteriyor.